Previous Page  401 / 405 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 401 / 405 Next Page
Page Background

400

Hukuk Devletinin Sonu

rir ve hızla, iktidarı meşrulaştıran ve yürütme organının uzantısını

oluşturan bir araç haline gelir. Polisler yargıç yetkisine kavuşurken,

yargıçlar polisleşir. Kişilere ait ‘özel alan’ neredeyse yok edilir. Sürekli

bir tehdit algısı yaratılarak süreç uzatılır ve olağanüstülük, olağanlaş-

tırılır. İnsan hakları, adil yargılanma koşulları, ya askıya alınır, ya da

büyük ölçüde kısıtlanır. Kaos ve kargaşadan beslenen bir iktidar ya-

pısı ortaya çıkar. Basın denetim altına alınır. İnançlar, kutsal değerler

alabildiğine sömürülür. Muhalefet bastırılır. Siyasal iktidar toplumsal

hayatın her alanını denetler. Hukuk görüntüsü altında aslında hukuk

askıya alınır.

Hukuk, hemen her gün, itaat rejiminin yeniden üretilmesinde ide-

olojik bir araç olarak başrolü oynar.

Bunun içindir ki;

‘‘Didier Bigo

’nun yazdığı gibi,

‘terörü tanımla-

mak, neyin demokratik ve neyin demokratik olmadığını tanımla-

mak demektir.’’

(s.14)

Türkiye’yi yöneten siyasal anlayışın yukarıda çizilen tabloyu za-

man zaman kopyaladığını yaşayarak görüyor ve öğreniyoruz. İktida-

rın Cumhuriyet’le bitmeyen hesaplaşma arzusuna iktidarı sürdürme

ihtiyacı eklenince, siyasal iktidar, elindeki baltayla Cumhuriyet’in en

çok da laik düzenini ve hukuk devleti niteliğini budamaktan geri kal-

mıyor. Yargının sürekli bir alt-üst oluş yaşaması, mahkemelerin yapı-

sıyla bu kadar kolayca oynanması, hukuk güvenliğinin yerlerde sü-

rünmesi başka nasıl açıklanabilir ki?

Oysa ikinci dünya savaşından sonraki yıllardan itibaren bütün

dünyada yerleşmeye başlayan ve geçerliğinin kanıtlanması dahi ge-

rekmeyen hukuk devleti kavramı, devletlerin ışıltılı bir özelliği olarak

sunulmaya başlamıştı. Liberalizm, her türlü yetkinin kaynağı ve meş-

ruluk temeli olarak görüyordu hukuk devletini. Hukuk devleti, yeni

oluşan burjuva değerlerinin koruyucusu olan siyasal bir sistem olarak

tanımlanıyordu. Çünkü bireysel özgürlükler kutsal bir nitelik kazan-

mış, devletin dahi giremeyeceği dokunulmaz özgürlük alanlarının

varlığı tanınır olmuştu

. İnsanlık onuru, her şeyden daha üstün ve

önemliydi. Bunun için devletin üstün gücü sınırlanmalıydı.

Böylece hukuk devleti, kamu özgürlüklerini ve devletin demokra-

tik rolünü tanımlayan bir içeriğe kavuşarak, sadece normlar hiyerar-