Türkiye Barolar Birliği Dergisi 147.Sayı

153 TBB Dergisi 2020 (147) İpek Sevda SÖĞÜT Roma Hukuku’nda, bugünkü vakıflara benzetilen bir başka mü- essese de, Iustinianus Hukuku’nda hereditas iacens 44 olarak ifade edilen muallakta kalmış tereke veya terekenin askıda kalması durumudur. Bu durumda müteveffanın bırakmış olduğu, ancak henüz mirasçı ta- rafından kabul edilmemiş bir tereke söz konusu idi ve bu terekeye tü- zel kişilik tanındığı ifade edilmektedir. Yine bu müessese ile birlikte, vakıflara benzetilen bir diğer müessese ise, devlet hazinesi ( fiscus ) 45 dir. 46 Vakıf müessesesinin kökeni tartışılırken, doğu ve batı kaynaklı çalışmalarda konu ile ilgili farklı görüşler ileri sürüldüğü görülmek- tedir. Bunlardan biri, vakfın İslam Hukuku’na özgü bir müessese ol- duğudur. Bazı hukukçular ise, vakfın kökenini, Roma Hukuku’ndaki “ fideicommissum ”a dayandırırken, bunlarla benzerlik gösteren, hatta, 44 Roma Hukuku’nda terekenin, mirasçının ölümü anı ile iktisap edildiği zaman arasındaki dönemde, hiç kimsenin malvarlığına dâhil olmadığı kabul edilirdi. Ro- malılar bu durumu “terekenin askıda olması/beklemesi (hereditas iacens)” olarak ifade etmişlerdir. Askıda olan tereke, bir bütün niteliği taşıdığı için, bu terekede artma ve eksilmelerin meydana gelebileceği kabul edilirdi. Nitekim Iustinianus Dönemi’nde, geçici bir süre ile sahipsiz kalan bu malvarlığına, kişilik (persona fic- ta) tanındığı görülmektedir. Küçükgüngör, Vasiyet, s. 76; s.79. Roma Hukuku’nda, mirası kabul iradesi ile muamele (aditio) yapılmadan tereke iktisap edilemezdi. Eski Hukuk’ta, henüz kabul edilmemiş olan tereke, sahipsiz mal (res nullius) ola- rak kabul edilirdi. Fakat sahipsiz olsa bile, kabul anına kadar hukuk düzeninin, terekedeki bazı kölelerin ölmesi, hayvanların yavrulaması gibi, bu mamelekte gerçekleşmesi mümkün, artma ve eksilmelerle meşgul olmaması ve terekeyi aynı hali ile muhafaza etmeye çalışmaması mümkün değildi. Mirasçının kabulü, geri- ye etkili olduğundan, yani terekenin askıda kaldığı süre boyunca meydana gelen artış ve eksilmeler, kendisine ait bulunduğundan, mirasçının henüz belli olmadığı süre zarfında, terekeyi bir şahıs gibi farz etmek düşüncesi hâkim olmuştu. Umur, Roma Hukuku, s. 415. Bu konuda bkz. D. 46.1.22 (Florentinus libro octavo institu- tionum ). Kanaatimizce, askıda olan terekeye, bir malvarlığı olarak kişilik tanınmış olması, yukarıda izah edildiği üzere, ilgili terekenin aynı şekilde muhafazası ih- tiyacından kaynaklandığından, bu durum, aynı zamanda bu malvarlığının belirli ve sürekli bir amaca özgülendiği anlamına gelmemektedir. 45 Bkz.dn.11. Kanaatimizce, fiscus’un, aerarium’u da içine alacak şekilde, impara- torun hususi malvarlığından ayrılarak, devletin umumi hazinesi haline gelmesi ile gerek hukuk doktrininde gerekse imparator emirnamelerinde başlı başına bir varlık olarak görülmeye başlanması durumu ile bir diğer ifade ile kendisine ayrı bir tüzel kişilik tanınmış olabileceği iddiası ile bu müessesenin vakıf tarzında bir tüzel kişilik olması arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Zira vakıf, bugünkü anlamı ile gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları, belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Bir mal- varlığının bütünüw veya gerçekleşmişç ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlüw geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir. 46 Umur, Roma Hukuku, s. 415-416.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1