Türkiye Barolar Birliği Dergisi 155.Sayı
44 AİHM Kararları Işığında Tutuklama Tedbirinin Hukuka Uygunluğunun Denetimi DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Yapılan tüm reform çalışmalarına ve mevzuat değişikliklerine rağmen, tutuklama tedbiri ve bu tedbirin yorumlanmasına ilişkin problemler ceza muhakemesinin en sorunlu alanlarından biri olma- ya devam etmektedir. Bu bağlamda, işlenen suçun önemi, ihlal etti- ği menfaatin ağırlığı, kamuoyunda yarattığı infialin derecesi, şüpheli aleyhine toplanan delillerin durumu ne olursa olsun, tutuklu statü- sünün hükümlü statüsünden farklı olduğu ve farklı amaçlara hizmet ettiği hususunun Türk hukuk sisteminde yeterli derecede anlaşılama- dığı görülmektedir. CMK’nın 101/1 ve 2 maddesindeki açık hükme rağmen, davanın somut şartları bakımından, tutuklamanın iç hukukun gerektirdiği son çare olarak uygulandığını, tutuklamadan önce tutuklamaya alternatif olabilecek tedbirlerin öngörülüp tartışıldığını gösteren ve nihayetinde sanığın veya şüphelinin kişisel durumunun analizine dayanan, yeterli ve makul gerekçeler tutuklama kararlarında sunulmamaktadır. Özellikle CMK’nın 100. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ve adına “katalog suçlar” denilen suçlar söz konusu olduğunda, bu suçlar mahkemelerce sanki zorunlu tutuklamayı gerektiren suçlar şek- linde anlaşılmakta olup madde metninde geçen ve mahkemenin tak- dir yetkisini koruyan “tutuklama nedeninin varsayılabileceği” ibaresi ihmal edilmektedir. Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrasıyla da uyumlu olmadığını düşündüğümüz CMK’nın 100/3 maddesi söz konusu olduğunda, tutuklama kararlarında, kuvvetli suç şüphesi- ni haklı kılabilecek dosyada mevcut bilgi veya delillere dair özel bir değerlendirmenin yapılmadığı, işlenen suçun önemine, mevcut delil durumuna ve tutuklukta geçen süreye atıf yapan genel, tekdüze, hatta matbu sayılabilecek birtakım gerekçelerin sıralanmasıyla yetinildiği görülmektedir. Oysa makul ve yeterli gerekçenin bulunması halinde, tutuklamanın kanuna uygun yapılıp yapılmadığı anlaşılacak, sanık ve müdafii tutuklamanın nedeni konusunda bilgi edinerek savunma ya- pabilecek, itiraz merciinin ise denetim yapabilmesi mümkün olacaktır. Yine gerek Yargıtay’ın gerekse Anayasa Mahkemesi’nin CMK’nın 100/2 maddesinde yer alan “uzatma süresine” ilişkin kararlarından, tutuklamaya ilişkin eski alışkanlıkların devam ettirildiği anlaşılmak- tadır. Bu bağlamda, mahkemelerin kovuşturma aşamasında delillerin tartışılmasını sağlamak yerine, sanık lehine veya aleyhine delilleri top-
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1