Türkiye Barolar Birliği Dergisi 157.Sayı

57 7BB 'HUJLVL $KPHW (.ø1&ø Bu noktada Rawls, yine de kapsayıcı görüşlere başvurulurken dahi karşılıklılık prensibini göz önünde bulundurmayı ve kişinin kendisini kapsayıcı görüşlerinden sıyırarak samimi bir şekilde en makul olanın hangisi olduğu üzerine yoğunlaşmasını gerekli görür.204 Yani yazar, insan haklarını sınırlandıran ya da mevcut anayasal sistem ile çelişen kapsayıcı görüşleri desteklemez. Bu görüş ise soruna çözüm üretmemektedir. Zaten tartışma, insan eyleminin sınırlanması söz konusu olduğunda sonuçsuz kalmaktadır. Örneğin fetüsün anne karnında ne zaman insan olarak sayılması gerektiği halen tartışmalı bir sorun iken bu tartışmalı alan Rawls için din gibi kapsayıcı görüşlerin dâhil olamayacağı bir alandır.205 3. Soruna Alternatif Çözüm Arayışı: Habermas ve Dini Kavramları Seküler Alana Transfer Etmek Bu çıkmaz konusunda Habermas’ın dini iddialara devlet kurumları içerisinde değil, devlet kurumlarından hemen önce alan açan görüşü, bu belirsizliği gidermek açısından önemli bir alternatiftir. Bu nedenle, dinin aydınlatma (illumination) ve ilham olma (inspiration) gücü olmaksızın post-metafizik düşünce çoraklaşacaktır.206 Bu durumda, (1995), s. 243 (dipnot 32). 204 Rawls bu durumda dahi en doğru sonuca kesinlikle ulaşılabileceğini garanti etmez. Ancak bu sürecin karşılıklılık prensibine dayanıyor oluşu ve makulün aranması dolayısıyla, süreçten mağlup ayrılanların kurumlar ve sonuçlar karşısında yıkıcı bir muhalefete başvurmayacaklarını ifade etmektedir. John Rawls, “The Idea of Public Reason Revisited”, The University of Chicago Law Review, 1997, Vol. 64, No. 3, 765-807, s. 797-799. 205 Rawls bu noktada kadının bir birey olarak eşitliğinin ön plana çıktığından bahsetmektedir. Bilim fetüsün tüm evrelerini açıkça ortaya koyabilmektedir. Fetüsün bir canlı olduğu da ortadadır. İlk üç ayını tamamlamış bir fetüsün ne ölçüde insana benzediği üzerinde bir tartışma da yoktur. Ayrıca düşük tehlikesinin de bu süreçten sonra azalıyor olması, doğum ihtimalini artırmaktadır. Ancak bu noktada dahi fetüsün taşıdığı ahlaki değere bilim cevap üretememektedir. Bkz. Rawls, (1995), s. 243 (dipnot 32). 206 Habermas, sekülerleşmenin de ilk olarak dini kurumların mülkiyetine el konulması ile başlanıldığını ve dini düşünme yollarının ve yaşam tarzlarının rasyonel ve daha üstün olan denkleri ile değiştirildiğini ifade etmektedir. Bu konunun bir diğer yandan okunması ise, seküler kurumların, dini kurumlar ve hayat formlarını “çalması” şeklinde idi. Sekülerlerin meseleye yaklaşımındaki ölçüsüzlük, modern teknoloji ve bilim sayesinde kapitalist bir şekilde elde edilen ölçüsüz üreticilik ile dinin ve dini kurumların temsil ettiği muhafazakarlık arasındaki ilişkinin bir sıfır toplam oyunu olarak algılanması idi. Yani biri yalnızca diğeri pahasına kazanabilirdi. Bu ise bir düşmanlık getiriyordu. Bkz. Habermas, (2003), s. 104; Cooke, (2007), s. 225-226.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1