3 TBB Dergisi 2022 (158) Semih Batur KAYA olgu ile tanımlanamaz.1 Şu hâlde olağanüstü halin de bir hukuki olgu olduğu, dolayısıyla hukukla belirlendiği, sınırlandırıldığı ve tanımlandığı, en azından bunun böyle olması gerektiği, unutulmamalıdır. Çünkü modern hukukun oluşum sürecinde belirleyici gelişmelere tanıklık etmiş olan 17. ve 18. yüzyılların hukukun anayasacılık eksenindeki bilişsel devrimi ile de hukuk, şiddetten arınma, ondan kurtulma veya şiddeti toplumsal hayatın önemli alanlarından tasfiye etme konusundaki daimî sorunu çözmeye yönelik bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. 1 Spoit’e göre bizi oluşturanı anlamaktan daha zoru yoktur. Hepimiz, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin insanların özgür doğduklarını ve bir akla sahip olduklarını ifade eden birinci maddesine inanmaktayız. Alain Sopit, Homo Juridicus, Dost Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 30. Fakat aklın siyasal alana aktarılması ve bedenin bir siyasal konu haline gelmesi her zaman için bir sorun yumağına dönüşür. Modern hukukun kökeni olan bilişsel devrim bizim aklımıza ve en önemlisi bedenimize siyasal alanda bir konfor sağlamaktadır. Çünkü anayasacılık ve bunun beraberinde getirdiği ilkeler dizisi olan kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve çoğulcu demokrasi bize bu imkânı beraberinde getirmektedir. Siyasetin gücü aklımızı ve bedenimizi modern devlet ile birlikte her zamankinden daha çok tehdit eder hale gelmiştir. Bunun sebebi modern devletin bilişsel bir devrim olan modern hukuku dışlaması veya daraltmasıdır. Bedenimiz eğer modern hukukla çevrelenmiyorsa iktidarın dehşeti, yıkımı ve yok ediciliği karşısında çıplağızdır. İnsan her canlı gibi aklını ve bedenini korumak ister. Bu doğrultuda kendi anlam dünyasını yaşam pratiğine aktarmak ister. Böylece organik ve döngüsel hayatın sınırlılığı anlam dünyasının sınırsızlığı ile kuşatılır. Fakat insan aklı işin içine girince, özellikle kümülatif bir iradeye dönüşürse yine insan bedeni için bir sorun başlar. Hukuku dışladığımızda insanı koruyacak olan geriye hiçbir şey kalmaz. Hukukun imgesel dünyasından çıktığımızda geriye bizi kurtaracak tek şey beyin ölümüdür. İşte Agamben’e göre egemen iktidarın tözünü oluşturan şey çıplak hayatın, bize göre biyolojik varlığımızın ve onun çevresindeki fiziksel evrenine ve buradan insan zihninin uzandığı imgesel evrene kadar, siyaset alanına aktarılmasıdır. Burada artık “kutsal insan” (homo sacer) gerektiğinde öldürülebilir. İnsan tüm fiziksel, düşünsel ve duygusal boyutuyla yok edilmesinin meşrulaştırması iktidarın dehşet, yıkım ve yok edim gücünü ifade etmektedir. İnsan hukuk dışlandığında, yani “homo juridicus” olmadığında, iktidarın bu gücü karşısında tüm çıplaklığı ile kalakalmaktadır. Agamben’in yorumu ile egemen, hukuk düzeninin kendisine olağanüstü hali belirleme ve hukuku askıya alma yetkisini vermesi açısından bu düzenin içerisinde olmasına rağmen, karar veren olarak bu düzenin dışındadır da. Bu şekilde egemen hukukun dışında konumlanarak, “hukukun dışında hiçbir şeyin olmadığını ilan eden” kişidir. Peki, egemen hukukun sınırlarına nasıl karar verir? Bu noktada hukukun sınırlarını istisnalar (execption) belirler. İşte istisna hukukun düzenlediği homojen ortamın çıkıntısı, istenmeyeni, tehlikesi olarak ortaya çıkar. Egemen tam bu noktada olağanüstü hali ilan ederek istisnayı ve onu üreteni etkisiz kılmaya yönelir. Burada temel amaç istisna halindekilerin anayasal haklarını ellerinden almak ve onları bu biçimde etkisiz hale getirmektir. Ezgi Tuncer Gürkaş, “Belirsizlik Mıntıkası Ya Da Daimî İstisna Hali Olarak Sınır: Güneydoğu Kampı İçinde Mardin-Kızıltepe İkiz Kampları”, Toplum Bilim Dergisi, C. 131, 2014, 219-237, s. 224.
RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1