251 7BB 'HUJLVL 0XKaPPHW g=(.(6 (IH ',5(1ø6$ dan ciddî bir hazırlık ve önceden tedbir mevcut değildir. Örneğin, fevkalâde hâllerde, felâket durumlarında adlî işlemlerin nasıl yürütüleceği, yargı mekanizmasının nasıl çalışacağı, sürelerin akıbetinin ne olacağı gibi konularda çerçeve bir düzenlememiz bulunmamaktadır; her seferinde yeniden bu telaşa düşülmekte, çoğu kez de istenen sonuç ortaya çıkmamaktadır. Her ne kadar deprem, sel, yangın vb. bir afetse de bu afet üzerine felâket, aslında depremin sonrasında ve depremin sonucu olarak ortaya çıkan bir durumdur. Deprem sonucunda ortaya çıkan felâket bakımından, bir sorumludan değil; “sorumlular” ve “sorunlar zinciri”nden bahsedilmesi gerekir. Konunun ceza hukuku, idare hukuku ve özel hukuk olmak üzere farklı hukukî boyutları mevcuttur. Sorumlular zincirinde, yörenin imar planlamasını yapanlar, yapı ruhsatı verenler, imalat aşamasında müteahhitler, denetim yapanlar, yapıda sonradan tadilat yapmak suretiyle yapıya zarar vermiş kişiler yer alır. Hatta bu konuda Devletin genel bir sorumluluğundan bahsetmek de mümkündür. Sadece yapım süreci değil, afet öncesi hazırlık ve afet sonrası zararın azaltılmasına ilişkin zaman dilimindeki durum da sorgulanmalıdır. Bu kapsamda doğaldır ki sürece dâhil olan kamu görevlilerinin de sorumluluğu söz konusudur. Ancak belirtmek gerekir ki 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin olarak soruşturma izninin verilmesini öngörmüştür. Dolayısıyla kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmedikçe, savcılığın soruşturma açması mümkün değildir. Soruşturma izni verildiği takdirde bu karara karşı itiraz hakkı mevcuttur (4483 sayılı Kanun m. 9). Keza soruşturma yapılmaması yönündeki karara karşı da zarar gördüğü iddiasında olan kişilerin itiraz hakkı vardır (4483 sayılı Kanun m. 9). Ancak belirtmek gerekir ki uygulamada, soruşturma izni oldukça zor verilmektedir. Bu nedenle sorumlu olan kamu görevlilerinin yargılanabilmesinin önünde önemli bir engel mevcuttur. Verilen soruşturma izinleri bu nedenle sayı itibariyle yetersizdir. Ülkemizde imar, 1959 yılından itibaren zaman zaman imar barışı adıyla da uygulanan imar afları, kaçak yapılaşmayı maalesef doğrudan ya da dolaylı olarak adeta tahrik ve teşvik etmiştir. Öte yandan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe konulması, bu Kanun’un amacına ulaşabilmesi için, imar affının söz konusu olmaması da ge-
RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1