Türkiye Barolar Birliği Dergisi 167.Sayı

408 Normatif İsnat ve Hukuki Muhakeme: Bir Yargı Kararının Analizi luk ve bağlılığa uymayan davranış kabul edilmesi gerektiği hususunun” takdiri, işverenin somut olayı delillendirmesi koşuluna sıkı sıkı bağlıdır. Yani işveren normal ve mutat olmayan somut olayı ispatladığı ölçüde, ikinci isnat hiçbir akıl yürütmeye gerek kalmaksızın, kendiliğinden temellendirilmiş olacaktır. Böylelikle Genel Kurul, takdir yetkisini, işverenin sunduğu delillerin ‘inkâr edilemez realitesini’ (maddi olay) tasdik etmekten yana kullanarak, verili pozitif hukuk normlarıyla (“iş güvencesi ilkeleri”) bağdaşmayan yeni bir norm yaratır: İşçinin çikolata kutusunu bulunduğu yerden aldığı işverenin sunduğu delillerle sabitse, işçinin bu münferit fiili H normunda yazılı hırsızlık; doğruluk ve bağlılığa uygun olmayan bir davranıştır! Genel Kurul’un ikinci isnattaki ivedi yavanlığının nedeni, pozitif hukuk sistemini “anlamlı bir bütün” olarak kavramamasıdır. Genel Kurul, yargı içtihatları ve öğreti marifetiyle ilkesel norm niteliği kazanan “iş güvencesi ilkelerini”, İK m. 25 veya TCK m. 141 hükmü gibi geçerli bir norm olarak tanısaydı, muhakeme verili hukuk normlarıyla çelişmeyecekti. Genel Kurul, olması gereken anlam arayışını salt maddi olayın realitesine indirgemiş ve verili pozitif hukuk normlarının anlamını tek boyutlu takdir etmiştir. Tam da bu indirgeme ve tek boyutlu takdir, hukuki muhakemeyi normatif olmaktan çıkarır ve geçersizleştirir. Şöyle söyleyelim: Aslında Genel Kurul, hukuki yargısının sözde geçerliliğini, normatif isnatla değil de beşerî davranışı “doğa olayı” gibi betimleyen sosyal bilimlerin veya doğa bilimlerinin empirik çıkarımına benzer bir akıl yürütmeyle kanıtlamıştır: ‘Gökyüzünde gri bulutlar olduğu delille sabittir, o halde yağmur yağması gayet doğaldır’ olgusal önermesi ile ‘işçinin çikolata kutusunu aldığı delillerle sabittir, o halde işverenin işçiyi tazminatsız işten çıkarması hukuken doğrudur’ yargısı arasında akıl yürütme açısından hiçbir fark yoktur. Normatif muhakeme veya olması gereken anlam, salt olgular arasında neden-sonuç ilişkisi kurularak inşa edilemez. Genel Kurul’un sözde normatif muhakemesi, olguları nedensellik kategorisiyle birbirine bağlayıp hukuken adlandırmaktan ibarettir. Aynı adlandırma işini doğa bilimleri veya sosyal bilimler de rahatlıkla yapabilirdi. Kelsen’in deyişiyle, “böyle bir bilişin nesnesi fiilen hukukun kendisi değil, doğadaki paralel bir fenomendir.”62 62 Kelsen, Saf Hukuk Kuramı, ss. 10-11.

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1