Türkiye Barolar Birliği Dergisi 167.Sayı

184 Aleyhe Bozma Yasağının İstinaf Bakımından Yeri ve Uygulaması 348) aynen geçerlidir. 16 Böyle bir durumda kanun yolu incelemesi, tamamen tarafların kanun yolu başvurularının ayrı ayrı kabul edilebilirliği ve yerindeliği çerçevesinde yapılacak olup aleyhe bozma yasağı kapsamında bir sınırlama uygulama alanı bulmayacaktır. 17 Aleyhe bozma yasağına ilişkin genel tespitlerimiz kapsamında üzerinde kısaca durmak istediğimiz son bir husus aleyhe ve lehe olan hususların ne şekilde tespit edileceğidir. Bu noktada, kanun yoluna başvurulmamış olsa idi, ilk derece mahkemesi kararı neticesinde taraflarca hukuken elde edilen nihaî korumanın nelerden ibaret olabileceğinden hareket edilmelidir. Eğer bir tarafın kanun yolu başvurusu neticesinde, böyle bir başvuru olmasaydı elde edebileceği hukukî korumanın kapsamı daralmış ise, aleyhe bozma yasağının ihlâl edildiği sonucuna varılabilir.18 Buradaki hukukî koruma kapsamında ise, kural olarak, mahkemenin kesin hüküm oluşturmaya elverişli hüküm fıkrası yer almaktadır. Ancak, kararın gerekçesinin yorumlanması suretiyle19 16 Yıldırım, s. 154; Özekes, Pekcanıtez Usûl, s. 2175; Atalı, Aleyhe Bozma, s. 41; BeckOK-ZPO/Wulf, § 528, Rdnr. 12; Max Guldener, Schweizerisches Zivilprozeßrecht, 3. Auflage, Zürich 1979, s. 499; Kuhlmann, s. 34-35; KUKOZPO/Brunner, Art. 313, Rdnr. 1, 9; Sutter-Somm/Reetz, Vor Art. 308-318, Rdnr. 17. Katılma yoluyla kanun yoluna başvuran tarafın iradesinin değerlendirilmesi gerektiği ve ilgili tarafın sadece asıl kanun yoluna başvuran tarafın talep ettiği değişikliğin yapılmaması yönünde bir iradesinin mevcut olması hâlinde, kararın kendi lehine değiştirilmesi yönünde bir menfaatinin de olamayacağı yönünde açıklamalar için bkz. Meriç, Tasarruf, s. 239-241. 17 “Direnme kararında Özel Daire kararının aleyhe bozma yasağını ihlâl ettiği gerekçesine dayanılmış ise de hemen yukarıda değinildiği üzere aleyhe bozma yasağı tek tarafın temyizinin söz konusu olduğu hâllerde uygulama alanı olan bir kavram olup somut olayda mahkemece verilen kararların her defasında hem davacı hem de davalı tarafça temyiz edilmiş olduğundan, uyuşmazlığın çözümünde bu kavram üzerinden hareket edilemeyeceği açıktır”. HGK, 29.11.2022, 13-431/1614 (Kazancı İçtihat Bilgi Bankası). 18 Detaylı bilgi için bkz. Atalı, Aleyhe Bozma, s. 106 vd. 19 Mahkeme kararının gerekçesinin kesin hükmün kapsamını tespitte rolü konusunda çeşitli tartışmalar vardır. Hüküm fıkrasıyla sıkı bir bağlantı içerisinde gerekçenin kesin hüküm kapsamında kabul edilmesi gerektiği yanında (Kuru, Usul Cilt 5, s. 5051; Bilge/Önen, s. 700; Ramazan Arslan, “Kesin Hüküm İhtiyacı ve Yanılma Gerçeği”, Ankara Barosu Dergisi, Ankara 1988, S. 5-6, s. 732; Yılmaz, Cilt 4, s. 4476; Karslı, s. 576; Nedim Meriç, “Türk Hukukunda Maddî Anlamda Kesin Hükmün Objektif Sınırları”, Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukuku Dergisi 2007, S. 7, s. 423), gerekçenin sadece hükmün yorumlanmasında bir araç olabileceği de ileri sürülmüştür (Sabri Şakir Ansay, Hukuk Yargılama Usulleri, 7. Baskı, Ankara 1960, s. 368-369; Efe Dırenisa, Die materielle Rechtskraft im deutschen und türksichen Zivilverfahrensrecht, Frankfurt am Main 2012, s. 113, 221; Hamide Özden Özkaya-Ferendeci, Kesin Hükmün Objektif Sınırları, İstanbul 2009, s. 178-180). Bu

RkJQdWJsaXNoZXIy MTQ3OTE1