

TBB Dergisi 2011 (96)
Kitaplar, Dergiler
517
önemli görünüyor. Çünkü bu tartışmalar yoluyla bir bakıma sosyal
devlet kavramı bağlamında tartışmanın taraflarının, önemli bir sınav-
dan geçeceği açık. Özgürlük retoriğini öne çıkaranlar, sosyal devle-
ti acaba ne ölçüde benimsiyorlar? Fazıl Sağlam, bu çerçevede Ergun
Özbudun’un başkanlığında hazırlanan anayasa taslağına ilişkin şu be-
lirlemeleri yapıyor:
“Birincisi, Özbudun taslağı, sosyal devlet ilkesini şu
veya bu ölçüde talep edilebilir haklara değil, siyasal iktidarların lütfuna ve
hayır kurumlarının hayırseverliğine bağlı kılan bir anlayışı, yani dinsel ideo
lojiye uygun bir anlayışı yansıtıyor, ikincisi ise (...) Özbudun taslağı, kıyılar,
yeraltı servetleri, tabiat ve kültür varlıkları gibi koruma alanları dahil olmak
üzere, çevreye ilişkin tüm devlet ödevlerini haklar bölümünden çıkarıp, “Eko
nomik ve Mali Hükümler” başlığı altına taşımaktadır”
(s. 117).
Fikret Şenses ise insan haklarını yoksullukla olan ilişkisi bağla-
mında ele almakta ve konunun gelişme, kalkınma, eşitlik kavramla-
rıyla olan ilişkisini ayrıntılı bir biçimde kurmaktadır.
YOL GÖSTERİCİ: FELSEFE-ETİK-İNSAN HAKLARI
Daha önce de dile getirdiğimiz gibi insan hakları eğitimi, üzerinde
en çok durulması gereken konulardan biridir, İnsan hakları eğitimini
sağlıklı bir biçimde almış olan bireylerin sadece kendi hakları için de-
ğil, başkalarının hakları için de duyarlı olacağı açıktır. Bu bağlamda
öyle bir noktaya gelinmelidir ki, örneğin kamu görevi yapmanın insan
haklarını korumakla eşanlamlı olduğu belirlemesi herkesçe içselleş-
tirilmelidir (Ayrıntılı bilgi için bkz. B. Çotuksöken, İnsan Hakları ve
Felsefe, Papatya Yayıncılık, İstanbul, 2010). Harun Tepe, insan hakları
eğitiminin temelini felsefi etik eğitimde buluyor:
“(...) insan hakları eği
timi (...), a) belgeleri öğreten hukuk eğitiminden etik eğitimine, b) yalnızca
bilinç ya da isteme kazandırmaya yönelik bir eğitimden doğru değerlendirme
ve etik eylemde bulunma bilgisi de teorik ve pratik bilgi kazandırmaya yönelik
eğitime, c) insan hakları ihlallerini yalnız maruz kalınan şeyler olarak değil,
aynı zamanda yapılan şeyler olarak gören eğitime dönüştürmekle gerçekleşe
bilir”
(ss. 156-157).
Sosyal politikalarla daha çok uğraşan bir sosyal bilimci olarak ken-
disini tanımlayan Ayşe Buğra ise sosyal hak kavramının adeta üstü-
nün örtüldüğüne, Türkiye’de hak temelli bir sosyal politikanın olma-
dığına işaret ediyor (s. 199).