Background Image
Previous Page  368 / 441 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 368 / 441 Next Page
Page Background

TBB Dergisi 2013 (104)

Yargıtay Kararları

367

7. CMK ve Basın Kanunundaki Normların İlişkisi

5237 sayılı CMK’nın usul kanunu olması nedeniyle derhal yürürlüğe

girmesi söz konusudur. Diğer taraftan, Basın Kanunu’nun 26. maddesi de

özel kanunda yer alan bir usul hükmüdür. Dolayısıyla, hukuki sorunun kay-

nağı, genel kanun niteliğindeki CMK ile özel kanun olan Basın Kanununun

aynı konuda farklı düzenlemeler getirmekte oluşudur.

Gerçekten de yasa koyucu 2004 yılında 1412 sayılı CMUK’nın yürür-

lükte bulunduğu dönemde yasalaştırdığı Basın Kanunu’nun 26. maddesi ile

basın yolu ile işlenen suçlar ve Basın Kanununda düzenlenen suçlar bakımın-

dan değindiğimiz düşünceden hareketle dava açmayı hak düşürücü süreye

tabi tutmuştur. Bundan bir yıl sonra yürürlüğe koyduğu CMK 175/1. mad-

desi ile de; ‘iddianamenin kabulüyle kamu davasının açılmış olacağı’ kuralını

getirmiştir. Kanun koyucunun bir yıl ara ile yaptığı bu iki ayrı yasal düzenle-

mede farklı düşüncelerle hareket ettiğinin kabulü zorunludur.

Ceza hukuku mevzuatımızı tamamen gözden geçiren ve yeni bir ceza ada-

let sistemi oluşturmak düşüncesiyle hareket eden yasa koyucu bu bağlamda,

2008 yılında ceza hükmü içeren özel kanunlardan yüzlercesini değiştirerek

genel hükümlere uygun hale getirmiş, CMK birçok defalar değiştirilmiştir.

Örneğin bu anlamda özel kanun olup, içinde ceza usul hukukuna ilişkin ku-

rallar barındıran 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun usul huku-

ku hükmü niteliğindeki 75, 76, 77. maddelerinde değişikliğe gidilerek burada

yer alan kurallar CMK ile uyumlu hale getirilmiştir. Ancak, demokratik top-

lum açısından yaşamsal önem taşıyan Basın Kanunundaki anılan dava açma

süresine ilişkin kurala dokunulmamıştır. Düşüncemize göre, bunun bir an-

lamı vardır, kanaatimizce bunun nedeni yasa koyucunun iki aylık dava açma

süresini CMK’nın genel nitelikteki normları ile yani iddianamenin kabul

tarihi ile sınırlamak istemeyişidir. Çünkü dava açma süresini iddianamenin

kabulüyle sınırlayarak fiilen kısaltmak, uygulamada delillerin tam olarak top-

lanarak dava açılmasını engelleyecek, savcıların salt ‘süresinde davayı açmış

olmak ve görevi ihmal etmiş olma durumuna düşmemek için dava açmak’

şeklinde gerçekleşebilecek davranışlarının doğmasına zemin hazırlayabilecek-

tir. Bu durum da deliller yeterince toplanmadan, eksik soruşturma ile açılan

davalar sonucunda masum kişilerin yargı önüne çıkarılması gibi istenmeyen

durumların doğmasına neden olabilecektir ki, bunun da adil yargılama hakkı-

nın ihlali olacağı muhakkaktır.