

TBB Dergisi 2012 (101)
Şennur AĞIRBAŞLI
85
ti altına alınan özgürlüğün uygulanması aşamasında, kamu güvenliği
veya düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması amacıyla, demokratik bir toplumda zorun-
lu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
I. AİHS 9. Maddesinin Koruma Alanı
I. 1. Kavramsal Tanımlama
Düşünce, vicdan, din ve inanç sözcükleri, bireysel ya da toplum-
sal duygu, irade, zihin ve şuuru ya da görüş, öğreti ya da sosyal bir
kurumu ifade eden, oldukça geniş bir alanı kapsayan kavramlardır.
Vicdanî inanç veya kanaat de, varoluşa ve hayatın anlamına ilişkin ol-
makla beraber, kökeni bakımından mutlaka dinî olmayan, felsefî veya
başka türden de olabilen derin inaçları da ifade eder.
Geniş bir alana yayılan bu kavramların 9. madde metninde yer
alması, hükmün koruma alanının da çok geniş olduğu fikrini bera-
berinde getirse de, kavramların içini uluslararası hukuğun yerleşik
kurallarını ve ulusal hukuktaki düzenlemeleri göz önüne alarak, iç-
tihatları ile dolduran AİHM’nin, uygulamada daha dar bir yaklaşım
türü benimsediği görülmektedir. Mahkeme öncelikle, 9. maddede
koruma altına alınan din, düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğü ile
kast edilen değerlerin, AİHS‘nin 10. maddesin-de öngörülen düşün-
ce özgürlüğü ve onun konusunu oluşturan, her türlü bireysel fikir
ve tercihler ile karıştırmamak gerektiğini
Campbell ve Cosans . /. Bir-
leşik Krallık
davasında şöyle vurgulamaktadır: „…
olağan anlamıyla
“kanaatler” kelimesi, kendi içinde, ifade özgürlüğünü garanti altına alan
Sözleşme’nin 10. maddesi tarafından kullanıldığı şekliyle “düşünceler” ve
“fikirler” kelimeleri ile eş anlamlı değildir; çoğunlukla düşünce, vicdan ve
din özgürlüğünü garanti altına alan ve belirli bir ikna gücüne, ciddiliğe,
tutarlılığa ve öneme ulaşmış 9. madde de ifade edilen “inançlar” kavramı
ile daha benzerdir
“.
2
2 AİHM’nin 25 Şubat 1982 tarihli,
Campbell ve Cosans . /. Birleşik Krallık
davasın-
daki kararı, Başvuru no. 7511/76 ve 7743/76, paragraf 36. Tercüme Av. Serkan
Cengiz’in Türkiye Barolar Birliği Dergisi’nin Eylül- Ekim 2010 sayısındaki yazı-
sından alınmıştır.