

TBB Dergisi 2013 (105)
Mustafa T. YÜCEL
27
J.Dewey’e (1859-1952) göre, bir davanın gerçeği gözleme dayalı-
dır. J. Frank (1889-1957) ise, bu önermeyi sorgulamaktadır. O’na göre,
Dewey, adli soruşturmanın şu iki zayıf yanına değinmemiştir:
• Tanığın doğrudan gözlemindeki kusurlar,
• Tanıkların güvenilirliğini saptamada hâkimin başvurduğu metot-
lardaki kusurlardır.
Gerçekte, yargılama gerçeğinin birinci ayağı üç aşamalı bir seçim
işlemidir:
1. Tanıklar geçmişte gözlemledikleri çıplak, ham olaylar hakkında
bir seçim yapmaktadır. Seçimleri yalnızca onların görme, işitme,
dokunma veya tatma duygularına dayalı olmakla sınırlı kalmayıp,
seçim yaptığı sıradaki duygusal durumu, eğilimi veya yalanı alış-
kanlık haline getirmesi gibi niteliklerden de etkilenmektedir.
2. Sözlü olarak ifade veren tanıklar farklı beyanda bulunduklarında
duruşma hâkimi bu beyanlardan bazılarına inanıp bazılarını da
göz ardı etmek suretiyle bir seçim yapmaktadır.
3. Duruşma hâkimi, önceden seçilmiş olan bulgulardan tipiklik açı-
sından normun unsurlarına uygun olanları seçerek bir sonuca var-
maktadır. Karar sürecindeki bu psikolojik dinamikler gerçeğini
Charles Darwin otobiyografisinde, “
kendi teorisi ile uyumlu olmayan
deneysel bulguları
” dikkatlice not ederken, “
teorisini pekiştirenleri
”
ise her zaman hatırladığını belirtmek suretiyle vurgulamıştır.
İşte, tanıkların tanığı durumundaki duruşma hâkimlerinin, tanık-
ların zafiyetlerinden etkilenebileceği; hâkimlerin belleğinin de mul-
ti-medya (ses, görüntü ve metin) içerikli olmadığı unutulmamalıdır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, suç gerçeğine ait bulgular, ilk önce ta-
nıklarca ve sonrada gerçeği bulması gerekenlerce olmak üzere iki kez
yeniden oluşturulmaktadır. İşte, böylece yargılama sonuçta öznellik
üstüne oluşturulan bir öznelliktir. İşte bu gerçeği algılayan A. Gide,
kaygısını “insan adaletinin ne denli kuşku verici ve iğreti bir nesne
olduğunu” belirterek dile getirmiştir.
İfadeyi değerlendirme durumunda bulunan sistem aktörlerinin
çoğu, yalanı yakalama yeteneğinden yoksundurlar. Hâkimler, savcılar
ve dedektifler söylenen yalanın % 50’sini kaçırmaktadırlar.