

Anayasa Yargısının Meşruluğuna Bir İtiraz Olarak “Egemenlik”
192
ve değişen egemenlik sürecinde, bu değişimi gerçek kılan önemli et-
kenlerden birisidir. Sivil itaatsizlik bir hukuk devletinde, hukuk dev-
letinin açıklama şemasının krize sürüklendiği bir evrede, bir düzeltim
istek ve çabası olarak bireyler tarafından, ‘devlet egemenliği’nin ‘ulu-
sal egemenlik’ kaynağına yeniden bağlanması düşüncesi demektir. Di-
renme hakkı çerçevesindeki sivil itaatsizlik sadece bireylerce değil ve
fakat bireyleri temsilen sivil organlar tarafından da kullanılabilir. Böy-
le bir durumda anayasallık denetimi ile görevli yargı organları, insan
haklarını koruma işlevleri bağlamında “direnme hakkının kullanıldı
bir odak” işlevini görebilirler.
Esasında günümüzde “anakronik” bir durum haline gelen klasik
egemenlik anlayışı
59
, insan hakları anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Yir-
minci yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişme, bireyin ulus-
lararası hukukun bir öznesi olarak kabul edilmesidir. İkinci Dünya
Savaşı öncesinde Almanya’da ortaya çıkan Nazizim; İtalya’da ortaya
çıkan Faşizim kitlelere devleti ve onun egemenliğini yüceltici propa-
gandalar yapmışlardı
60
. Bütün bu yanıltıcı propagandalar ise İkinci
Dünya Savaşı’nın doğurduğu acı sonuçlara neden olmuştur. İnsanın,
insan olmaktan kaynaklanan değerini reddeden ve insanlar arasında
eşitliği kabul etmeyen anılan görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması
için, insan haklarına saygılı bir düzenin kurulması zorunluluğu anla-
şılmıştır
61
. Bu zorunluluk ise, hak ve özgürlüklerin uluslararasılaşması
ve egemenliğin uluslararasılaşması olgularını ortaya çıkarmıştır
62
. İn-
san haklarının uluslararasılaşması ile halk egemenliği ilkesi güçlendi-
59
Teziç, a.g.e., s. 141.
60
“…yeni yeni millî birliğini kurmaya çalışan ülkelerde yabancı aleyhtarlığının ge-
lişmesi de önemli bir olaydır. Memleketin düşman bir âlemle çevrilmiş olduğu,
milletin hakkının yendiği yolunda yapılan telkinler, dış düşmanların devamlı
komplo hazırladığı, millete haksızlık edildiği şeklinde durmadan tekrarlanan
propaganda, memleket içinde yoğun bir milliyetçilik duygusunun canlanmasına
yardım etmektedir. Tarihin son dönemlerinde uğranılan yenilgiler, maruz kalı-
nan sıkıntılar, katlanılan fedakârlıklar, halkta durmadan “aşağılık duygusunu
kamçılayan” bir propagandaya, malzeme olarak kullanılmaktadır. … Hitler ve
Mussolini’nin batılı ülkelere karşı, Alman ve İtalyan milletlerinde uyandırdıkla-
rı nefret hissi, bu ülkelerde kurulacak diktatörlük rejimleri için hazırlık olmuş-
tur. Hitler’in durmadan “Versay Diktası”ndan söz edişi, İtalya’da Mussolini ve
D’Anunzio’nun “İtalya’nın hakkından” söz edişi tesadüfi değildir.” Aydın Yalçın,
“Faşizmin Doğuşu”, Liberal Düşünce Dergisi, S. 35, Ankara, Liberte Yayınları,
Yaz 2004, s. 15.
61
Turhan, a.g.m., s. 225.
62
Arslan, a.g.e., s. 33.