

TBB Dergisi 2013 (105)
Ümit Süleyman ÜSTÜN
177
vazgeçen kimseye bu kaybını ödemesi gerektiği vurgulanmaktadır:
“
Devlete ödenmesi gereken bir vergi borcunu vaktinde ödemeyen yüküm-
lü, bu parayı başka amaçlarla kullanmakta ve çeşitli yararlar sağlamaktadır.
Buna karşılık devlet, vergi gelirlerinin bir kısmından yoksun kalmakta ve
bu durumda ya harcamalarını kısmak veya borçlanmak zorunda kalmakta-
dır. Harcamaların kısılması durumunda toplum bazı devlet hizmetlerinden
yoksun kalmakta, devletin borçlanması durumunda ise devlet hizmetlerinin
maliyeti artmaktadır. Doğrudan ortaya çıkan bu sonuçlara ek olarak, vergi
yükümlülerinin vergilerini zamanında ödememeleri; devlet câri harcamaları
ile devlet yatırımlarının ya aksamasına ya da borçlanma yoluyla finansma-
nına neden olduğu için enflasyon, işsizlik ve gelir dağılımında eşitsizlik gibi
önemli ekonomik dengesizliklerin kaynağını da oluşturmaktadır. Bu olum-
suz etkiler, yüksek oranlı enflasyon dönemlerinde daha çabuk ve daha şiddetli
olarak hissedilmektedir. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 112. maddesini
değiştiren ve dava konusu bendi getiren 3239 sayılı Yasanın, yurdumuzda
yüksek enflasyonun mevcut olduğu dönemde çıkarılıp yürürlüğe girdiği gözö-
nünde tutulursa, Yasa Koyucunun amacı açıkça ortaya çıkar…Vergisini öde-
mek yerine, bu parayı kendi işlerinin finansmanında kullanan veya başkasına
ödünç veren veya mevduat olarak bankaya yatıran yükümlü, enflasyon oranı
üzerinde veya en azından bu orana eşit bir yarar sağlamaktadır. Gecikme faizi
ile yapılan, bu yararı paranın asıl sahibi olan devlete geri vermektir. Bu açı-
dan değerlendirildiğinde gecikme faizini, ek bir mali ceza olarak nitelemek de
olanaksızdır
”
21
.
21
“
Bilindiği gibi faiz; ekonomik açıdan, “paranın fiatı”dır. Herhangi bir kimse, kendisine ait
olmayan bir parayı, hangi isim altında olursa olsun, belli bir süre kullandığında, paranın
asıl sahibine “faiz” ödemek zorundadır. Çünkü paranın likidite özelliği, onun her an her
türlü üretim faktörünü, mal ve hizmeti satın alabilmesine olanak verir. Daha açık bir
deyişle parayı nakit olarak elinde bulunduran kimse, “bugünkü” ihtiyaçlarını karşılaya-
bildiği gibi, piyasanın “yarına dönük” olanaklarından da yararlanabilir. Elindeki parayı
başkasına veren veya kendine belli tarihte ödenmesi gereken bir miktar para olduğu halde
bu parası ödenmeyen kimse ise bu imkânlardan yararlanamaz. Bu nedenle parayı kullanan
kimsenin, parayı kullanmaktan vazgeçen kimseye bu kaybını ödemesi gerekir. İşte faizi
doğuran temel neden budur. Bu temel neden, paranın değerini sürekli olarak kaybettiği
enflasyon dönemlerinde ayrı bir önem kazanır. Dönem başında, kullanmaktan vazgeçilen
ya da hak edildiği halde alınamayan bir miktar paranın satınalma gücü; dönem sonunda;
enflasyon oranında azalmış olacaktır. Bu durumda dönem sonunda paranın asıl sahibine
ödenmesi gereken faiz; sadece belli bir dönem için yapılan fedakârlığın karşılığından ibaret
olmayacak, aynı zamanda sözkonusu dönemde paranın satınalma gücündeki kaybı da kar-
şılayacak miktarda olacaktır. Teknik deyişle, hem para sahibinin tasarrufta bulunmasının
bedeli ödenecek, hem de paranın satınalma gücü korunacaktır. İtiraz konusu “gecikme
faizi”nin dayandığı ekonomik mantık budur… Mevduat faizinin % 65’i, kredi faizinin
ise % 100’leri aştığı bir enflasyonist ortamda, vergi borcunu ödemeyen ve bu parayı başka